11 Şubat 2016 Perşembe

ŞİİRDE MİLLİLİK VEYA GELENEK, EVRENSELLİK VE YENİLİK KRİTERLERİ* / Zeynep ARKAN

* Karabatak Dergisi'nin 24. sayısında yayımlanmıştır.


“Türkiye bugüne dek milli odak fikrini ancak şiirle koruyabilen bir toplum olagelmiştir ...”      
                                                                          İsmet Özel, Konya Tüyap 2006                     




Şiirde kriterler denince akla hemen belirli teknikler üzerinden oluşturulmuş şablonlar, dayatmalar gelebilir. Oysa şiir belli bir teknik veya içerik üzerinden tanımlanacak bir şey değil. Millilik ise kapsamı son derece geniş bir kavram olduğundan, konuyu Türk Şiir tarihi üzerinden değerlendireceğiz.

Türk Şiiri’nde Millilik, Yahya Kemal ile literatüre girmiştir. Yahya Kemal, Ezansız Semtler adlı yazısında Türk halkını ayakta ve bir arada tutan unsurlara dikkat çekerken bir rüyadan bahseder.  Havası ve toprağı ile Müslüman olan semtlerde yaşayanlar, eskisi gibi Türk çocuklarına ait olan rüyayı artık görememektedir… Ezan sesi duymayan, ibadet telaşına şahit olamayan çocuklar milli heyecanlara da uzaktır. Yahya Kemal’a göre bunun sebebi “medenileşme ve alafranga eğitim”dir. Burada Türkiye tarihini derinden etkileyen Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemi Batılılaşma hareketlerinin Türk aydınındaki reflekslerinden sadece birini temsil eder Yahya Kemal.  



Ezansız Semtler” adlı yazı 1922 yılında yayımlanmıştır. Bu yazıda mekânlar arasındaki kopuştan insanlar arasındaki ayrışmaya, halk ve aydın tabaka arasındaki yabancılaşmaya geçilir. Bu noktada, Yahya Kemal somut ve gerçekçi sayılabilecek bir çözüm sunar: Hangi nedenle olursa olsun, halkına yabancılaşmış ve halkından uzak düşmüş aydınların dönmeleri gereken yer, “anne-millet”tir.  Diğer bir deyişle “medreseden memlekete” yöneliştir. Fakat bu memlekete-millete dönüş eylemi uzun bir tarihsel süreç içinde gecikir; Türk yazar ve şairlerin eserlerinde açığa çıkan şekliyle çoğu etkisiz, kuru bir hamaset içerir. Yahut tamamen kötücül ve düşmancadır. Bütün bunların yanında yazdığı şiirlere baktığımızda Türk diline muhteşem katkılarının yanı sıra bireye ve duygularına dönük bir Yahya Kemal görürüz.
 
Türk şiir tarihinde bilindiği üzere Milli Edebiyat hareketi 1911-1923 yılları arasında devam eden Genç Kalemler dergisi ile başlatılan bir süreç: Mehmet Emin Yurdakul, Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Ali Canip Yöntem bu dönemin başlıca temsilcileridir. Milli Edebiyat dönemi, Türkçü Edebiyat şeklinde de anılır. Daha önceki edebi akımlar, girişimler de mutlaka Türk edebiyatını temsil etmekle birlikte Milli Edebiyat döneminde Türklük vurgusu sıkça yapılmıştır. İçinde bulunduğu tarihsel süreç açısından Millilik kavramının elastikiyeti Fransız Devriminin izlerini taşır. Milli Edebiyat kavramı özellikle bu dönemde gençlik&gelecek vurgusuyla beraber sıkça anılır.
Milli Edebiyat, bu dönemde adeta bir propaganda şeklinde şiirde Anadolu’ya bakışı öncelemiştir. Anadolu insanı prototip hâline getirilmiş; Faruk Nafiz’de ve tıpkı Ziya Gökalp’in şiirinde olduğu gibi anlatım tekniği bakımından ben-sen ayrımına gidilerek yerli ve millî değerler yine Anadolu coğrafyası üzerinden somut bir ilham kaynağı şeklinde kurgulanmıştır. Dilde sadeleşmeyi, vezin olarak da hece ölçüsünü savunur. Cumhuriyet döneminde de hece vezni devlet eliyle desteklenmiş, şiirin geçerliliği haline getirilmiştir. Özetle, dilde sadeleşme, hece vezni (milli vezin), tema olarak Anadolu insanının, toplumsal alt katmanların sorunlarını dile getirme milli edebiyatın temel görüşleridir.
 
“Millî” kelimesinin “genel ve bir milletin tamamını kuşatan” anlamı bu kelimeye bir kullanışlılık katıyor. Fakat biz Cumhuriyet döneminde desteklenip öne çıkarılan bu kavramı “Yerlilik” refleksinden farklı biçimde algılıyoruz. Çünkü bir yere ait olanın kendi varlığını koruma refleksi ile genele yayılan varlığını devam ettirme güdüsü her zaman çakışmaz. Edebiyatı sadece bir ölçü ve biçim öne sürerek “Milli” diye nitelemek de yanlış. Milli edebiyat için vezin ve dil birliği içerisinde olunması bir yana, konu bağlamında herhangi bir müdahale olmaması gerekir. Şiirde millilik kavramı, tabii ki Milli Edebiyat özellikleriyle sınırlandırılacak bir şey değildir. Vezin, ölçü gibi özellikler bir teknik olarak şiiri oluşturur.  Bir eseri milli yapan unsur, dilin yanı sıra Nuri Pakdil’in deyimiyle “yerlilik” içermesidir. Yerlilik, dilin hayat bulduğu topraklara ait olan inançtır, beraberlik duygusu ve gücü aşılayan folklorik, coğrafi ve siyasi unsurlardır. Var olma, kendi varlığını koruma refleksi başkalarının fiziksel ve ruhsal varlığımıza karşı tehdidine yönelik en güçlü reflekstir. Sezai Karakoç’un Masal şiirinde Doğu’nun yedinci oğlu kendini değiştirip yok edecek olan Batı’ya karşı durduğu yerde gömülüp ölmeyi istemiştir.
 
Yerli olan; ait olduğu coğrafyayı, kültürel özellikleri bilen, tanıyan, eleştirebilen, özgürce varlığını ifade eden bir kimliği temsil ediyor bize göre. “Sürdürülebilir bir geleneği” yaşatmak adına değişmekten korkmak yerliliği tanımlamaz. Aynı ortak süreçlerden geçilmediği halde Batı’dan devşirilmiş özellikle Pozitivizm, Varoluşçuluk gibi düşünce biçimleri taklit bunalımlar, orijinal olmayan üretimler açığa çıkardığından tarihsel varlığını edebi, politik, coğrafi vb alanlarda doğru anlamayı Yerlilik kavramıyla niteleyebiliriz. Genele hâkim olan, “birbirine hızla benzeme” refleksi yerine bütün farklılıklarla “beraber” olarak var olma amacı yerlilik düşüncesini besler.
 
ŞİİRDE EVRENSELLİK VE YENİLİK:
“Şairin kendi biricikliğinden kaynaklanıp bütün insanlara ulaşan bir alanı işaret edemediği zaman şiir, ancak bir edebiyat türü olarak kalabilir.”                          
                                                                                         İsmet Özel
Şiirde yeni olan veya yenilik iddiası taşıyan özellik, şairin geçmişi ve geleceği merkeze alarak “Şimdi”yi tanımlamasıdır. Şimdi, bugün ve tazelenen an. Hayatın dönüşümünü kapsayan şiir yenilik hissi veren şiirdir. Çağının şahidi olmakla çok yakından ilgilidir. Bu şahitlik beraberinde, geleneksel mirasa hâkimiyeti de gerektirir.  Orhan Veli’nin Garip akımı içerisinde verdiği örnekler, Turgut Uyar’ın yazdığı Divan ve daha sonraki 2.Yeni’ye dâhil ettiğimiz şiirleri bu şairlerin gelenek mirasına son derece hâkim oldukları için yenilik iddiasında dikkatleri çektiklerini düşünebiliriz. Şairin peşinde olduğu ve bulduğu “yeni” kendini ve dünyayı ifade etme biçiminde bir hakikat penceresi açar. Şiirin özü ve tekniği şairin bu emeğine hizmet eder. Turgut Uyar’ın vurgusunu yaptığı “acemilik” bu yenilik ve hakikatin peşinde olma gücü ve arzusudur.
 
 
Tevfik Fikret, Fransız şiiriyle tanıştığında özellikle François Coppe’dan etkilenerek yenilik iddiasıyla kendi şiirini yaratmaya koyulmuştu. Cemal Süreya Papirüs’te yazdığı bir yazısında bu etkilenme durumunu Tevfik  Fikret’in şiirde etkisizliğinin sebebi olarak niteler. Süreya’ya göre Baudelaire varken 3. Sınıf bir şairi örnek almak yanlış bir harekettir. Ona göre “iyinin taklidi de iyidir.” Orhan Veli 1937’ye kadar içerikte Baudelaire’den fazlasıyla etkilenmişti. Biçimde de Necip Fazıl etkisini taşıyordu. Daha sonra bu etkilerden sıyrılarak Türk Şiiri’ne adeta darbe girişiminde bulunarak gündelik hayatın küçük anlarını şiire dâhil etmişti. Burada vurgusunu yaptığımız yetkinlik; şiirde yeniliğin kapısını zorlayan, eskiye dair her üretime bir borcu olan yetkinliktir.
Charles Baudelaire
Necip Fazıl
Orhan Veli
Yenilik ve Evrensellik, kısaca “çağının şairi olmak” şairin ifade ettiği fikir ve duyguların yüceliği, ülkesinin sınırlarını aşarak bütün insanlığın ortak malı olmasına imkân verir.  İnsanlığa ait acılar, savaşlar, afetler, aşk, ölüm ve özgürlük gibi temalar tüm insanlığı aynı duygularla sarar. Evrensele ulaşan yeninin kriteri de ancak farklı ve taze bir söyleyiştir.
 
 
 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder