- Merhaba Zeynep, öncelikle ikinci şiir kitabın “Orada
Merhamet Varmış” hayırlı olsun. “Balkondan Sivas’a selam” ilk mısra. Bizde Sivas’tan Türkiye’ye seslenen Aşkar
Dergisi olarak “Aleyküm Selam” diyerek söyleşimize başlıyoruz.
Evet Hüseyin, az
değil Sivas ile altı yıl komşuluk ettim. O soğuk kış günlerinin bahar gelir
gelmez balkona çağıran etkisini sen de bilirsin. Şimdi düşündüm de bir tür balkon
konuşması gibi duruyor, aslında sağlam bir yalnızlığın tesellisi. Şimdi de
Kocaeli’den çok Selam ediyorum…
- Kitabın ilk şiiri üzerinden iki soru sormak
istiyorum. “Foxtrot” un bir denizcilik
terimi olduğunu dipnottan öğreniyoruz. “hareket edemiyorum benimle irtibat
kurun” anlamına gelen bir terim. Bu
sinyalin okuyucuya olduğunu düşünürsek bir şair olarak okurdan nasıl bir
beklentimiz olmalı? Okur var mı? Bir beklentimiz olmalı mı? Madem okur
şairleri, yazarları sorguluyor bizde ilk sorumuzla okuru ve durumunu konuşalım.
Okurun benimle ne
tür bir irtibat kuracağını seçmek isterdim. Fakat seçemiyorum. Şiirimi okuyan
herkes bir şekilde kendinden haberdar olmuş oluyor. Şairin hareketsizliği orada
etkili bir imge ama yanıltıcı. Çünkü dil en güçlü hareket alanı şairin. Ben bir
oyun kurucuyum. Okur da oyunuma isterse, anlarsa katılır. Okur, kendi birikimi
üzerine bir şeyler koyarak şiire yaklaşıyor. Ne kadar çok kitap, ne kadar çok
şiir okursa yeni bir şiire o kadar iyi yaklaşacaktır. Ben okurumu yormak
isterdim. Açıkçası kimse okuyarak yorulmak istemiyor artık.
- Yine “Foxtrot” şiirinde taşradan hayata giden akan bir
yolculuk var. Taşradan sesleniş, içinizde çoğalan bir özlem ve taşrayı bir
gözlem. Şairin yaşadığı yerin şiirine ne
gibi katkısı olur, sizi nasıl besler mekanlar?
Taşrada hissettiğim
yalnızlık beni nereye sürükledi, şimdi sadece bununla ilgileniyorum. Şair resti
çekip giderken dünya arkasında dursun istermiş. Cöntürk öyle yorumluyor Uyar’ı.
Ben de bir rest ile gittim Anadolu’ya. Dünya arkamdan gelmedi ama.
Orada yazdığım
şiirimde uyanıp kendime sarılmaktan bahsediyordum, güvercinlerle konuşmaktan,
bize sarılmayı öğreten şeyi keşfediyordum. Bazı konuları döne döne anlatmayı
çok seviyordum. Orası tekrarlar demekti. Tekrarlar beni korkutur, yabancılaştırır. Kendimi tekrar
etme korkusundan da bahsediyorum. Tokat’ın bir köyündeyken şiirsel bir gerilim
hissetmiyordum pek. Oysa çok gergindim. Şimdi İzmit çok kalabalık ve gerilimli
fakat şiirimde bir durulma hissediyorum. Zihnen hazır olduğumuz durum bizi
gelip bulduğunda şiir olacak sanıyoruz. Oysa şiir gelip bizi buluyor ve
zihnimiz onu bazı çarpışmalar halinde, bazı şimşek çakışları, bazı flaşlar
şeklinde “anladığını” sanıyor. Hiçbir zaman, hiçbir şeye dış etkenler bizi
hazırlamıyor. Bizi zihnimiz hazırlıyor; eğer bilgi ve tecrübeyi de yabana
atmazsak içimizi büyüten, genişleten, bakışımızı değiştiren şey içeriden
dışarıya bakmayı öğrenmek aslında.
- İkrar 2006
yılında çıktı ve zaman içerisinde 3. Baskını yaparak kitap raflarında yerini
aldı. Orada Merhamet varmış ise Mayıs 2015’te basıldı. 9 yıllık bir ara gibi
görünüyor kitap bekleyenler için. Oysa bu süre zarfında dergileri takip edenler
bu boşluğu çok hissetmedi en azından ben öyle hissetmedim. Dergilerde
şiirleriniz yayımlandı ve Zeynep Arkan şiiri kendini gösterdi. Yani bir boşluk
olduğunu siz hissettiniz mi? Kitap olmadan bir şairi takip etmek bu kadar güç
mü?
Benim hissettiğim
boşluklar hayatın hınca hınç dolduğu yerlere aitti. Şiirin şairi bir karar
aşamasına getirip bırakması var ya hani. Baş dönmesi, uçurum. Yaşamak niye uçurum olsun ki değil mi? Bunun
cevabını şiirle haşır neşir olan herkes bilir.
Kitabım olmadan da
çok yakından takip edildiğimi gördüm, yayımladığım şiirlerin yankısı bana daima
dönmüştür. Bunun ne çok kitap veya şiir yayınlamakla ilgisi var, ne de ortada
olmakla. Sadece şiir yazmakla ilgili.
- Şiirde değişmekten korkmadığınızı söylüyorsunuz.
Değişimi ve gelişimi bizzat şiir üzerinden yürütmek bir poetik hamle olarak mı
görüyorsunuz? Yazdığım bu teknikte artık bana yer yok değişmem gerek dediğiniz
oldu mu? Yani bir eşik sorunu yaşadınız mı?
Şiirde değişmekten
korkmuyorum, çünkü sürekli değişiyorum. İkrar’a isim düşünürken İkrar’ın “sözü
sakınmadan, apaçık söylemek” manası beni çok etkilemişti. Şiirlerimi
tanımladığını düşünmüştüm. Apaçık haykırdığım sözler daha sonra sıkça edilen
dualara dönüştü, kabul edilen veya reddedilen dileklere dönüştü, kırıldıkça
susan bir kalbe dönüştü, dövüşe dövüşe varılmayan bir cennete dönüştü. Bunu
poetik bir hamle olarak görürsem işin içine bir bilinç katmış olurum. Böyle bir
bilinç içinde olmak istemiyorum.
- Bir poetik kuram ve çevre içinde kendinizi
konumlandığınız bir yer var mı? Bireysel misiniz?
Tamamen bireyselim. Şiir yayımladığım dönem itibariyle
2000 kuşağı genel olarak böyle bir tıynet gösterdi. Göstermeyenler de oldu.
- Bir söyleşinizde ‘aradan geçen yıllarda merhamet
kelimesini öne çıkaran bir bakış açısı kazandım’ diyorsunuz. Okurlar merhamet
kısmına oldukça yoğunlaşmış durumda. Ben ise “Orada”yı merak ediyorum. “Orası”
neresi biraz anlatır mısınız?
Bu soruyu çok
sevdim, çünkü merhamet kadar “orada”dan da bahsetmek istiyordum. Bir masalsı
eda içinde işaret ettiğim yer insanların ilk aklına gelen yer olmalı. Fakat
eminim, insanların aklına hiçbir yer gelmiyor. Çünkü merhametin sadece adı
vardır evi yoktur, kalplere
yakıştırılır. Bir eda, bir tavır ile hissedilen bir şey merhamet. Kalbin çok
yumuşaması ama hep aynı kıvamda kalması da gerek. Günahkâr kul, hayırsız evlat
vs. Hep bir üst makamdan merhamet görecek olanlar. Çünkü annenin merhamet
etmesi için kalbinin biraz daha yumuşamasına gerek yok. Allah, Rabbimiz
Rahîm’dir zaten. Fakat bizim aramızda merhameti inşa edecek olan nedir?
Aramızda merhamet yok. Ancak “Orada” var.
...